5 Mayıs 2010 Çarşamba

Ponzone 01.02.05.2010 Yoga stajı

Bu yazıyı yazmak uzun sürecek ve kafamı toparlayamıyorum.Milano'ya döndüğümden beri o kadar çok yapacak şey var ki!! Keşke Ponzone'de o ruh haliyle, sadece bu yazıyı yazmak için,bir gün daha kalabilseydim.Kaldığımız evin patika yoluna bakarak, oradaki veranda da oturup yazabilseydim.Ya da şöyle başımı çevirip evin hemen karşısındaki nefes kesen manzaraya bakarak kalemime hayat verseydim.Ama yağmurlu Milano'dan yazmak zorundayım.

1 Mayıs sabahı saat altı gibi üç arkadaşımı evlerinden aldımve diğerleri ile yolda buluştuk.Saat dokuzbuçuk gibi Ponzone'ye varmıştık. İki sene önceki Ponzone stajında da aynı bed&breakfast'da kalmıştık. Burası yoga hocamızın arkadaşının. Sadece üç odası var.En üstte ayrı bölümde ise kendi evi var.Bu bayan Milano'yu bırakıp buralara yerleşmiş ve bu iş ile geçimini sağlıyor.

Çok huzurlu ve aynı zamanda çok şeker bir yer.Hemen odalara yerleştik sonra mutfaktaki kare masaya oturup kahvaltı ettik. Ardından hocamız bize içinde bulunduğumuz dönemi anlatan bir konuşma yaptı. 1 Mayıs'ın zaten celtik bayramı Beltaine'ın kutlandığı gün olduğunu ve bu dönemin bahar ekinoksu ile yaz gündönümünü arasındaki orta noktada dolunay olduğu zamana denk geldiğini açıkladı. Bu kutlamalarda ateşlerin yakıldığını ve baharın gelişi ve tabiatın canlamasının kutlandığını anlatınca ben hemen çocukluğumun en sevdiğim bayramlarından Hıdırellez'i hatırladım. Biz de ateşler yakar ve üstünden atlardık ve dileklerimizi dualar ile gül ağacının altına koyardık.Annem hala her sene 5 Mayıs gecesi bizi de düşünerek bu işi yapar.Hıdırellez'de bahar ve yazın gelişini kutlar.Bunu hemen arkadaşlarıma anlattım. Zaten tüm dünyadaki kültürler birbirine benziyor.Neyse hocamız staj için bilhassa bu haftasonunu seçtiğini söyledi.'Bu dönem yenilenme ve değişim zamanı, yaratıcılığımızı gösterme ve kışın tasarladıklarımızı harekete geçirme zamanı' dedi.Bu sözler bizi çok etkiledi çünkü hepimizin aklında olan bu idi aslında.Bu başlangıcın ardından yavaş yavaş hemen evin önünden korulara doğru aşagı indik.
Temiz havayı içimize çekerek ve doğayı gözlemleyerek az konuşarak,
daha aşağılarda düz bir alana varana kadar yürüdük. Şansımıza hava parçalı bulutlu idi ve hiç yağmur yağmadı. Güneşte arada yüzünü gösteriyordu.

Sonunda yerimize geldik ve orada klasik asanaları yaptık. Her taraf yemyeşildi ve çok keyifli idi.

Fotoğrafını koyduğum yukarıdaki tepeye bizi çıkarmadan önce hocamız çıplak ayaklarla küçük derenin yanındaki çamurda yürümemizi ve onu hissetmemizi söyledi. Sonra da buz gibi suya ayaklarımızı soktu. Acıya dayanıklılığı sıfır olan ben fena acı çektim. Ama soktum ayaklarımı ve taşların üstünde azıcık yürüdüm. Ardından kulaklarımıza tıpa tıkadık ve yukarı tırmandık ve sonra kızılderili yürüyüşü olan çember halinde arka arkaya yürüdük ve ona ait olan yeri beğenen hisseden oturdu. Ayakta sadece hoca kalana kadar bu çember yürüyüş devam etti. Sonra hocamızın önceden verdiği talimatlara göre dokunma duyumuzu geliştiren bir egzersiz yaptık. Kırda yerde oturup tıkalı kulaklar sayesinde dışarıda gelen hiçbir sesi duymayıp yavaş yavaş ellerimizi yüzümüzde,göz,burun,kulaklar,saç,başımız,kollarımız,dirsekler kısacası her yanımızda gezdirdik.Kendimize dokunduk.Bir süre sonra hocanın dediği gibi sanki kendi vücudumuza değilde başka vücuda dokunuyormuş gibi düşünüp öyle hissetmeye çalıştık. Çok enteresandı ve ben başardım. Hocamız sıra ile bizi topladı arka arkaya yürüdük.
Öğlen yemeğine eve döndük. B&B sahibi bize çok iştah açıcı bir sofra hazırlamıştı.
Bol salata,tuzlu bir tart,komşusunun yaptığı köy peynirleri ve en son olarakta bol meyve salatası. Temiz havada yürüyüp,tüm sıkıntılar ve sorumlulukları bir kenara atıp yoga yaptıktan sonra tabii pek rahatlamış ve çok acıkmıştık.Salata rengarenkti zaten o ortam ve ışıkta renkler bambaşka geldi bize.

Öğle yemeği sonrası biraz muhabbet ve dinlenmenin ardından yine evin önündeki patikadan korulara indik.Bir süre sonra kendimizi boy boy meşe ağaclarının arasında bulduk. Meşe ağacı,'ingilizce oak tree'güçlü olmayı,cesaret ve çalışkanlığı simgeliyor yüzyıllardır.Bach çiçek tedavilerinde meşe ağacı özü kendine çok sorumluluk alanlardan bu yükü hafifletmek için kullanılıyormuş her ne kadar meşe ağacı katır gibi çalışmayı simgelese de.Bayağı bir süre meşe korusunda ağaclar ile bütünleşerek ve etraftaki çiceklere bakarak yürüdük.Çok etkileyici bir ortam vardı.Ne zaman hocamızla koru veya ormana gelsek kesin özel şeyler yapıyoruz.Bu tip yerler çok enerji barındırıyor.




Yoga yazılarımda az söz çok duygu ve bol fotoğraf oluyor.Hislerimi, gördüklerimi yazım kadar çektiğim görüntüler verebiliyor. Şehirde sokakta yürürken gözümüze çarpan vitrinler,insanlar,binalar ve arabalar oluyor ama doğanın sunduğu güzellikler bambaşka.
Nerde göreceksin şehirde vahşi orkideyi veya tanımadığın yabani başka çiçekleri?





Sonunda ağaçların arasında bulduğumuz bir düzlükte oturduk ve nefes
alarak hazmetme egzersizinin ardından karaciğere etki yapan bir tanesini yaptık.Sonra tüm çakraları geçerek zamanlı ve saymalı nefes alma egzersizleri yaptık.En son oturan aslan hareketini yaptık. Bundan önceki yazıda bahsettim mi hatırlamıyorum. Yogaya ilk başladığım yıllarda bu hareket çok zor geliyordu bana. Dizlerinin üstüne oturuyor ve ellerini dizlerine koyuyorsun sonra derin bir nefes alıp tamamen göğsünü hava ile dolduruyorsun.Ardından gözlerini çarpıtarak burnunun üstüne bakıyorsun ve tüm gücünle nefesini ha diye bağırarak dışarı veriyorsun ve dilini sonuna kadar çıkartırken aynı zamanda ellerini sanki pençeymiş gibi gererek açıyorsun. Bu hareketi ilk yaptığımız yıllarda hocamız'içinizdeki tüm negatif enerji ve duyguları,kızgınlıkları bu şekilde atıyorsunuz.Onları dışarı verdiğinizi düşünün ve daha rahat becerirsiniz ' derdi.Nitekim hepimiz çekinerek yapardık ama hareketin amacı bu duygulardan arınmaktı. Bu sefer bende diğer arkadaşlarda sinirlerimizi,öfkemizi boşaltmadık ve çok daha farklı yaptık bu hareketi ve ardından gülmek isteyen oldu, benim gibi acayip huzur hisseden oldu.Hocamız siz çok geliştiniz artık içinizdeki sıkıntıları veya öfkeyi dışarı atmaya ihtiyacınız kalmadı. Siz şimdi pozitif enerjiyi dışarı atıyorsunuz dedi. Doğadaki enerji ile bütünleşiyorsunuz.Ve hemen ardından' herkes dolaşsın ve kendi ağacını seçsin,ona dokunsun,onunla konuşsun ve enerji alıp versin' dedi.Kalktık öyle koruda dolaşmaya başladık. Hangi ağaç bizi enerjisi ile çekti ise onu şeçtik ve önünde durduk. Ben ayağa kalkıp arkamı döner dönmez ötede ağacımı gördüm ve yanına gittim. Nedense hemen beni çekiverdi. Dibinden ikiye ayrılıyordu.

Ağacın yanına gelince ellerimi üzerine koydum ve doğal olarak alnımı da yaslamak geldi.Bunu yapar yapmaz içimden birşey çıktı ve ağaca girdi. Bunu o kadar net hissettim ki!! Artık beyinin gücü mü gerçekten benim enerjim mi bilemem. Ben enerjimin ve ruhumun bütünleştiğine inanmayı tercih ediyorum yoga yapan biri olarak. Resmen kendimi ağacın içinde hissettim. Yavaş yavaş rüzgarla bir sallanıyordum ve garç gırç tarzı sesler duyuyordum.Hani teknede tahtaya urgan ip değer ya o sese benziyordu. Ağaç ben olmuştum.İnanılmaz duygulandım.Ara ara beynimin rasyonel tarafı yok senin hayalgücün bu diyordu.Şimdi normale dönersin diyordu ama ağaçım beni bırakmadı.Bayağı bir süre öyle kaldım. Ayaklarım sanki kökmüş gibi toprağın derinliklerine girdi.Başım serinde yukarıda öyle sallanıyordum. Kendimi canlı,enerji, dolu hissettim ve aşırı duygulandım ve biraz korktum.Sonra sanki ağaç bana yeter dedi,bıraktım ve hocamın yanına koştum.Ona yaşadığım bu güzel tecrübeyi aktarırken gözyaşlarımı tutamadım.Onun da gözleri nemlenmişti.Daire halinde yine oturduk herkes geri dönünce ve tek tek hislerimizi paylaştık.Sonra yavaş yavaş yürüyerek eve döndük.
Yemek öncesi herkes biraz dinlendi.Ben Ipod ile güzel bir playlist koyup kendimi müzik eşliğinde hayallere bıraktım.Müzik çaldıkça beynimin penceresi sanki videoclip gibi enfes görüntüler gösterdi.Zaman zaman gözlerimden akan gözyaşlarını tutamadım.Üzgün olmadığım halde yoğun duygular ile yüklü olduğum içindi herhalde. Kendi kendimle kaldım bunu çok az yapabiliyorum ve daha sık yapmalıyım. Nefis rahatlamış halde aşağı akşam yemeğine indim.Yemek keyifli idi. Bu sefer makarnayı hak etmiştik ve biraz kırmızı şarabı da. Yemek sonrası sofra toplanınca tahta masanın üstüne hocamız çeşitli boylardaki beyazımsı kristalleri mendilden çıkartıp yaydı. Bunlar bir hafta tuzlu suda sonra da ay ışığında bekledi dedi.Bilmeyenler için yazıyorum bu şekilde kristalin içindeki tüm enerjiler temizlenmiş arınmış oluyor. Bu akşam herkes kendi kristalini programlayacak dedi. Her stajda muhakkak böyle süprizler çıkıyor. 'Bir tane aradan seçip alın ve diğerlerine dokunmayın,kendi kristalinize de her zaman sadece kendiniz dokunun' dedi.Kristallerimizi seçtik.Sonra 'size bir cümle vereceğim, bu soracağınız,isteyeceğiniz şey olacak. Herkesin dileği aynı olması lazım eğer vereceğim cümle gruba uymuyorsa değiştirebiliriz' dedi. Cümleyi Yeteneklerimi tanımak ve onlardan bilincimle en iyi şekilde yararlanmak,istifade etmek, kullanmak olarak Türkçe'ye tercüme edebiliriz. Hepimize hitap etti ve kabul ettik.Bana inanılmaz uydu.Bu yaz Celta ingilizce öğretmenlik sertifikasını almak için yapacağım kurs tamamen bir yenilenme,gelişme ve kullanmadığım yeteneklerimi bilinçle ortaya çıkarma demek.El fenerlerini alıp gece on gibi yine koruya çıktık.Yağmur yine yoktu ama ay pek ortada değildi bulutlar kapamıştı. Biraz yürüdük ve bir düzlükte durduk. Ortaya mum yaktık.Herkes kristalini alsın ve dikkatle baksın bir kapı görene kadar dedi.Hemen ben kristalin içinde kapımı gördüm siyahtı.Tutmak için topuzu yoktu. Bir süre hocamız konuşarak bizi rahatlamaya yönlendirdi. Sonra gözlerinizi kapatın ve kapınızdan kristalin içine girin dedi. Her ne kadar rahatlama konuşmalarında hoca kristaliniz büyüsün filan dedi ise de ben kendim küçülerek girdim içeri sanki.Bir arkadaşa daha öyle olmuş.Neyse içeride duvarlar var hangisine isterseniz cümlenizi yazın dedi.Ben sağda uzun turkuaz mavi yeşil arası duvarlar gördüm ve oraya yazdım. Yazdığım yazı nasıl o an dikkat etmedim. Üç defa üst üste bize yazdırdı. Bu arada komik bir an yaşandı.Kristallerin içine düşünce ile girmeye hazırlanırken bir ses duyduk. Karanlık ve gözlerimiz kapalı. Ben dayanamadım ve gözlerimi konsantrasyonum bozulacak olsa bile açtım. Başkaları da açmışlar sonra anlattılar.Herkes farklı düşünmüş.Kimi geyik zannetmiş kimi takmamış kimi köpek demiş.Ben yaban domuzu zannettim.Halbuki otlarda çıkardığı ses daha hafifti.Bir baktım Bed&Breakfast'ın sahibinin küçük köpeklerinden biri. Geçmişte akşamları çıktığımızda her zaman hocamızın kocaman köpeği gelirdi.Bu sefer yaşlı diye gelmedi ve gündüz bizimle gelen bu küçük köpekte gelmemişti.Kimsenin aklına onun aniden gelebileceği gelmedi.Hocamız hemen '' aaa gino ' dedi bizi yatıştırmak için. Köpek heyecanla daire çizip herkesin yanından bir geçti ve poposunu da mumla yakıp bir bağırış koparttı.Sonra güldük ama o an hepimiz ürktük.Gecenin sonunda 'acaba konsantrasyonumuz bozuldu ve iyi programlamadık mı?' değince hocamız her zamanki yoga felsefesi ile ' Gino oraya durup dururken değil belli bir sebeb ile geldi.Bu akşam onun da görevi buydu dedi.O sizin korkularınızı temsil ediyordu dedi.Haklıydı da. Dört staj yaptım hep gece yürüdüm ve gözüm kapalı meditasyon gevşeme yaptım.Şimdiye kadar hiç korkmamıştım.Birden azıcık sesle yaban domuzunu hayal ettim... Olacak şey mi?? Korkulara paydos dedim. Artık kafamda sadece Gerçekleştirmek istediklerimi azimle ve korkusuzca uygulama ve yeteneklerimle kendime güvenme olacak. Bu özel istekleri kristallere programladık ve eve döndük. Bitki çaylarımızı içerken bu cümleyi bir kağıda yazıp kristal ile beraber kaldırdık. Cümleyi aylar sonra unutmamak aynı anlamı ile tekrar edip hatırlayabilmek için kağıda yazdık. Yalnız kristalin duvarına nasıl yazdıysanız kağıda da öyle yazın dedi hoca.Kimi küçük harf kimi büyük harf yazmış.İşte o zaman farkına vardım ki ben annemin çok beğendiğim ve kendi beceremediğim el yazısı ile yazmışım. 'ay nasıl aynen yazarım dedim ama resmen becerdim ve kağıda yazdım. Benimle aynı okul mezunu annem ve teyzemin el yazıları çok güzeldir çünkü o zamanlar lisede ders görmüşler.Onlara hep özendim ama bizim zamanımızda dersi yoktu ve ben aniden düz yazıya döndüm. Aceleci bir kişiliğe de sahip olduğum için el yazısı zor geldi ve hep hızlı ve okunaksız ve çirkin yazdım. İşin tuhafı Pazartesi sabah oğlum' lütfen herkes gibi düzgün bir imza at,öğretmenlerim inanmıyor senin imzan olduğuna ' dedi.Gözümü kırpmadan ad ve soyadımı yine el yazısı ve annem gibi yazıp imza atıverdim.Artık yazımı değiştirme aşamasına girdim.Kırk yaşından sonra. Duvara isteğimi yazarken bilinçaltımdan kendisi de ingilizce öğretmeni olan annemin yazısını kullanmam da ayrı bir olay tabii.
Sabah yedibuçukta uyandık.Kahve içip hemen burun ve kanal temizliği yaptık.Diğer yazımda anlatmış olabilirim.Küçük çaydanlıklara ılık su doldulup içine tuz konuyor.Sonra bahçede yamacımsı bir yerde doksan derece eğiliyorsunuz.Sonra başınızı tamamen yana çevirip iyice aşağı eğiyorsunuz. Burnunuzun bir deliğine çaydanlıkla suyu boşaltıyorsunuz. Burnun ortası yani iki burun deliği arası açık zaten.Burun geniz tıkalı değilse ve kendinizi sıkmazsanız bir delikten giren su diğerinden çıkıyor. Bir süre su akıttıktan sonra başınızı kaldırıp tüm gücünüzle havayı burundan verip ne varsa çıkartıyorsunuz. Aynı işlemi sonra diğer delikten yapıyorsunuz. Öyle bir açılıyorki burun; her kokuyu duyar hala geliyorsunuz.Burunları tıkalı olanlar sonraki günlerde veya 1-2 saat içinde yavaş yavaş hepsini burunlarından akıtıyorlar.Neyse burun temizliği bitti ve sıra kahvaltıya geldi. Taze ekmek oranın hafif ekşimsi yumuşak peyniri ve ev yapımı reçel. Ev yapımı turtalar,çay,kahve,muhabbet.Kahvaltı sonrası yine yürüyerek başka bir bölgeye gittik. Güneş açmıştı ve hava ısınmıştı. Hafif rüzgar eşliğinde kimsenin olmadığı kırlarda tantra yoga yaptık.Harikaydı. Tabii zaten ancak böyle bir yerde yapılır. En son yoga asana'larının kralı sirsasana hareketini yaptık.Fakat bu sefer bacaklarımızı tepey dik uzatmadık ama çapraz tutup ayak tabanlarımızı birleştirdik.Biraz zordu ama çok zevkliydi. Daha sonra gevşeme yani relaxation yaptık.Bu sefer ben tam konsantre olamadım. Karıncalar rahat bırakmadı ve onlardan kendimi isole edemedim. Hocam bu normal dedi sonrasında. Ne zaman doğadaki tüm canlıları güzel ya da çirkin kabul edene ve onlar ile bir bütün olarak aynı evrende yaşadığımızı algılayana kadar bu problemler rahatsızlıklar çıkacaktır dedi. Yani bacağımda gıdıklayarak yürüyen karıncayı hissetmemezlik edemiyorum.Nasıl nefret ettiğim sivrisinek ve hamamböceğini kabul edip yaşayacağım ben? İkisi de hiçbir işe yarayamayan varlıklar her ne kadar ne bilimadamları ne yogacılar öyle düşünmese de.. Üzerimde böcek veya sineğin yürüyüşünü aldırmaz şekilde seyredip o da evrenin parçası diyeceğim gün gelirse emin olun size yazarım:)) Öğlen yemeği için yine eve döndük.Ardından biraz dinlenip tekrar çıktık.Bu sefer araba ile özel bir mülke gittik.Buranın sahibi 20 yaşında bir çocuk. Torino'lu ama amcası bu bölgede oturuyor.Yaz tatillerinde bu güzel bölgeye gide gele aşık olmuş ve bir sürü borca girerek kendine arazi ve bir konta ait olan çiftlik evi ve müştemalat evini almış.Parası oldukça yavaş yavaş restore edecek ve orada peynir üretip satacak.İleride özel camping ve yemek kursları gibi heyecan veren projeleri var. Peynir üretmek için keçiler gelmeden biz mekanı keşfe gidelim dedik:) O kadar huzur verici bir yer ki. Önce her yeri gezdik ve resimler çektik.




Sonra güzel bir düzlük bulup orada mantra yoga hareketleri yaptık. Mantra başka bir rahatlatıcı yoga dalı diyebilirim. Çıkardığımız sesler beynimizdeki düşünceler veya sıkıntılardan arınmamızı sağlıyor ve bir serbest kalma hissi var ki muhteşem. Uzun uzun burada zaten yoga felsefesine girmiyorum çünkü bu yoga blogu değil.İlgilenen zaten internetten bakar ve okur diyorum. Bu yoğun birliktelik sonucu yine gevşeme seansının ardından staj bir anlamda bitti. Eve dönmeden orada herkes konuştu ve içini döktü. Bunu her staj sonrası yaparız. İki günün bize ne verdiğini, ne hissettirdiğini anlatmak ve paylaşmak isteyen anlatır. Genelde herkes söz alır her staj sonrası. Kimse çekinmez ve içini döker. Bu sefer de öyle oldu. Ben daha da büyüdüğümü gördüm. Hocamız da 'artık hoca ve öğrenci ayrımı kalmadı,çok geliştiniz' dedi. Ayrıca benim bu stajdaki kristaller ile verilen cümle dışında bir de kelimem oldu. O da DINLEMEK. Ben çok girişken ve konuşkan bir kişiliğe sahibim. Ağzım iyi laf yapar ve eğlenceli de konuşurum. Benim gibi kişiler çabucak ilgi odağı oluyorlar ve diğerlerine yer bırakmıyorlar. Bunu bilinçli yapmıyoruz, yapmıyorum ama hep öyle gelişiyor. Bundan sonra daha çok dinlemeliyim. Ben çok arkadaşımın derdini dinledim ve onları konuşturdum.Kast ettiğim bu değil.Bir toplu konuşma da daha sessiz daha kapalı kişiliklerinde ortaya çıkması ve içlerinden geleni söylemeleri ve fikir belirtmeleri için daha sessiz durup geri çekilmeyi onlara şans tanımayı bilmem lazım. Bu dinleme olayı iyi bir öğretmen olmada da çok önemli bir faktör. Öğrenciyi dinlemeyi bilmek lazım ona yardımcı olup yanlışlarını göstermek ya da yeni şeyler öğretmek ya da öğretilenleri uygulamasına izin vermek için. Ve tabii bu arada kendime benzeye girişken öğrencilere zaman verirken onun ölçüsünü bilip daha sessizlere de zaman ayırmayı bilmem lazım. Kendimden örnek alıp hem kendimi hem öğrencileri dengelemem lazım.
Dinlemek derken anlam çok geniş aslında kendi içime daha çok dönüp onu da dinlemeliyim ve doğayı bu evreni dinlemeliyim.
Nerden nereye demi? Ama işte bunun gibi daha ne düşünceler, ne farkedişlerö ne karaktersel büyümeler çıkıyor yoga stajları sonrası.. Tabii bu sefer kendimle kalmak, yalnız olmak ve içime dönmek konusunda bir ileri adım daha attım....