30 Nisan 2010 Cuma

İstediğim oldu:))

Celta öğretmenlik sertifikasını almak için bir kursa gitmek istediğimi yazmıştım.'Blogu İngilizce çalışmak için ihmal edeceğim' demiştim.Nitekim son aylarda yeniden yazmaya başladım ama blogumu bayağı ihmal ettim. Ama geçen Cuma günü yapılan ikinci görüşme ve sınavdan sonra beni kabul ettiklerinin teyidini aldım. Çok ama çok mutluyum. İlk adımı başarı ile attım şimdi sıra Temmuz ayında olacak bu intensive kursu başarı ile tamamlama ve sertifikayı alma da:) Bu da olursa artık Eylül itibarı ile blogumu İngilizce de yazmalıyım. Türkçe ve İngilizce seçeneği veren bloglar var yani dilin üstüne tıklayınca değişiyor. Onu nasıl yapabileceğimi öğrenmem lazım.
Temmuz yoğun geçecek. Çocuklar annemle Türkiye'de olacaklar ve gündemimde sadece İngilizce ve onu öğretmeyi öğrenme,bol okuma,yazma,öğretme denemeleri ve ders çalışma olacak. Üniversite daha doğrusu genel olarak öğrencilik yıllarıma dönme bana çok iyi gelecek. Bu güzel dil hakkında bilmediğim konuları da öğreneceğim. Aslında kurs boyunca zaman ayırıp bloga notlar yazabilirim. Bana da ileride öğretmenlik yaparsam yararlı olur. Günlük gibi yazmalıyım. Valla şu an dank etti kafama.. Bunu yapmalıyım. Hem sizden de uzak kalmamış olurum.
Mayıs ayı geldi yaşasın. Bir kere doğduğum ay!Ne çok sıcak olur ne de soğuk.Milano'ya sivrisinekler henüz gelmemiştir.. Bahçem güzel olur. Zaten bu haftasonu sonrası gelecek iki haftasonunu sanırım bahçeme adayacağım. Size fotoğraflar çekeceğim.
Yarın sabah altıda hareket ediyorum. İki gün dünyadan ve küçük ailemden uzaklaşıyorum. Yoga stajım var. Haftaya dolu dolu bir yoga yazısını bekleyin ve süper doğa fotoğraflarını.. Umarım çok yağmur yağmaz.

13 Nisan 2010 Salı

Yoğurtlu kek ve pizza

Bu haftasonu kızımla havuza gitmek dışında evden burnumu çıkarmadım. Cumartesi akşamı balık için fırını yakmışken hemen bu kolay keki yaptım.Kayınvalidemin vazgeçilmez sağlıklı keki bu.Tarifte tereyağ yok. Tarifi yazmadan balık pişirme için öğrendiğim bir şeyi paylaşmak isterim.Ben çok rahat ettim. Tuzda balık en bayıldığım şey.Artık Türkiye'deki iyi restoranlarda ızgara yerine bu pişirme yöntemini uyguluyorlar. Kullanılan tek şey kaya tuzu ya da deniz tuzu hani Italyanların kaynayan makarna suyuna koydukları iri parçalı tuz. Eskiden restoranların yaptığı gibi ben tepsiye balıkları koyuyor ve üstünü tamamen tuzla kaplıyordum. Sonunda hem tepsiyi yıka hem de bir sürü tuzu temizlemek ve atmak ile uğraşmak biraz sıkıcı oluyordu.Yeni öğrendiğim pratik tarif şu. Cumartesi akşam iki büyük boy cipurayı aldım,her birini alimunyum folyo kağıda oturttum. Sarmadan önce sadece üst kısmını tamamen tuz ile doldurdum ve üstünü kapatıp yanları şeker gibi kapadım. Ardından 180 derece sıcaklıktakı fırına verdim ve 20 25 dakika da piştiler. Ondan sonra alimunyum kağıdı açtım ve tuzları anında kolayca temizleyip balıklarımızı tabaklara koydum ve afiyetle yedik. Ne limon ne yağ. Sadece tuzda pişmiş balık ve fırında patates ve Sauvignon...

Gelelim keke.Kayınvalidem bu keki yaparken meyvalı yoğurt kullanıyor ve yoğurt kabını ölçü olarak tutuyor. Sizde öyle yapın ama ben normal yoğurt kullandım ondan o kaba benzer küçük bir kabımı kullandım.Bence küçük çay bardağı bile olabilir ölçü.Ben neden normal düz yoğurt kullandım çünkü tarçın,zencefil ve karanfil koydum.Bunları koymayıp şeftalili yoğurt kullanırsanız şeftali tadında olur mesela.

1 kap yoğurt ya normal ya da meyveli yoğurt olabilir ( kap olarak kendi meyveli yoğurt kabını kullanın ama normal yoğurt kullanırsanız o büyüklükte bir kap veya fincan,çay bardağı olabilir)
2 kap toz şeker
1 kap mısır özü yağı
3 kap un
2 yumurta
1 çay kaşığı karbonat
yarım çay kaşığı toz karanfil
1 çay kaşığı toz zencefil

2 çay kaşığı tarçın
Önce yağ ve şekeri karıştırın.Sıra ile yumurtaları ekleyin. Biri tam karışıp rengi kaybolmadan diğerini koymayın. Sonra unu ekleyin ve hamuru hazırlayın. 25 ile 35 dakika arası fırınınıza göre 180 derecede pişirin.
Hamaratlıktan öleceğim. Cuma akşamı da pizza yaptım.Onu da kayınpederim öğretmişti. Bu tarifte de bir sır var. İnanılmaz kolay hepinize evde yapmanızı tavsiye ederim. 1 küp yaş hamur mayasını alın. Onu bir bardak su da çatal ile ezip eritin bu karışıma bir tatlı kaşığı zeytinyağı ve bir tutam tuz da ekleyin.İyice maya suya karışıp eridikten sonra bunu bir kaba dökün ve büyüklerimizin dediği gibi aldığı kadar un katın. Yapış yapış olmayıp kıvamına gelinceye kadar ekleyin.Normal tariflerde bunu 2 saat filan bekletirler kabarsın diye ve sonra tepsiye açarlar. Kayınpederim kolay olsun diye hemen tepsiye parşömen kağıdını koyduktan sonra bu hamuru elleri ile yayardı. Kabardıktan sonra yayması daha zor diye. Bende öyle yapıyorum ve kesin sizde deneyin.Hemen zaten parmak ve el mahareti ile güzelce tepsiye yayılıyor. Ondan sonra iki saat dinleniyor ve kabarıyor. Ardından üst malzemeler konuyor. Siz ne isterseniz koyabilirsiniz. Ben Italyan pizzasının özü olan soyulmuş domates koyuyorum. Baktım Türkiye'de var mesela Demko'nun. Yalnız başka markalarda varsa en kalitelisini alın. Bu domatesleri bir bir alıp çatal ile ezip açılmış pizza hamurunun üstüne koyuyorsunuz. Ben tüm konserveyi kullanıyorum. Benimki 400 gr. Kalan domates suyunu da üzerlerine dağıtıyorum.Sonra elimle azıcık her yere tuz serpiyorum.Ardından mozzarella peynirini ufak ufak doğrayıp serpiştiriyorum. Pınar'ın var mozzarella peyniri herhalde benzetmişlerdir italyan olanına.Sonra siyah zeytin ve biraz da acciughe yani hamsi ama zeytiyağında kavanoza olanı. O da sanırım bir bu Italya'da var. Siz üzülmeyin tipik klasik pizza margherita'dır ve onda hamsi de yoktur,zeytinde. Nitekim evde hamsi de yoktu zeytin de bende biraz zeytin ezmesi ekledim o kadar. Üste bol kekik serptim ve bol bol (aman cimrilik etmeyin) kalite zeytinyağı döktüm şüöyle döndüre döndüre şişeyi ve yarım saat 180 derecede fırında pişirdim.. Yağ çok önemli; o tüm hamurun içine işliyor ve kabarmış hamur elektrikli fırında pişip çıksa bile yumuşacık oluyor ve focaccia gibi mis gibi zeytinyağı kokuyor. Ay tokum ama karnım acıktı. Açın yanına biranızı keyfiniz tamam.Ben pizza ile kola yerine bira içmeyi İtalyanlaran öğrendim valla. Türkiye'de artık siz sucuk filanda koyabilirsiniz ya da biber ama bence pizzanın aslı budur.Bol mozzarella peynirli domatesli margherita.Afiyet şeker olsun..

8 Nisan 2010 Perşembe

Külkedisi'nden yetmişlere

Bu blog moda blogu değil ama arada sevdiğim şeyleri yazıyorum biliyorsunuz. Bu aralar hiç dergi okumuyorum.Beni her konu ile 'up to date' tutan Italyan Vanity Fair haftalık dergiye olan aboneliğimi de bir süre ders çalışayım diye durdurmuştum. Herşeyden uzak kalmışım!! Bu aralar biraz zamanım var şöyle internette 2010 yaz sezonunun ayakkabılarına bakayım dedim ve karşıma bunlar çıktı. Zaten Crocs manyağıyım ve çoğu kişi plastik dese bile ben çok severek giyiyorum ve ayağım hiç terlemiyor. Kumlar üstünden hemen silkeleniyor ve çok da rahat. Crocs sadece clog değil zaten balerinleri de süper. Neyse bu kadar crocs reklamı yeter.. İsteyen europe sitesine bakar.Ben oradan alıyorum çünkü her model bulunuyor. Ama keşfettim İtalian on line store'da açılmış.
Dönelim karşıma çıkan ayakkabılara.Prada 2010 koleksiyonundan..Herkes beğenmeyecektir çünkü plexiglass veya Pvc yani plastikten yapılma.Italyan bir blog yazarı Külkedisi'nden ve kristal avizelerden ilham almışlar diyor.Aynen katılıyorum. Ben uçuk tasarımları da seviyorum bilhassa ayakkabı da. Bunları sevdim. Fiyatlarını bilmiyorum.Milano merkeze indiğimde şok olabilirim. Güya plaj düşünülmüş ama ben her an gece gündüz giyerim valla hemde 'bozuk veya arnavut kaldırımı yollarda aman topuklarım mahvoluyor korkusu' yaşamadan:)) O kadar çok model var ki ben en beğendiklerimi koydum.Daha az abajur taşlı olanlarda var..


Yine pek sevilmeyen clog yani nalını çok severim. Crocs giymemden belli. Clog'lar da bu sene geri dönmüş.Hani tahta topuklu hippy 70'lerin tarzı. Eskiden almış olduğunuz varsa dolaplardan çıkarın. Yine bir altı yedi sene evvel moda olmuştu. Ben moda olmasa bile hep severim ama tabii 'in' olmayınca dükkanlarda satılmıyor. Chanel'den modeller koydum. Onlara sadece bakmak ile yetineceğim kesin.Astronomik olabilir. Haftaya Milano tur var bakacağım meraktan..

Topuklara aldanmayın bunlarla da yürümek rahattır.. Ayak parmaklarını sevmeyenler için iyi fırsat güzel saklanıyor ama Prada olanlar o kadar şeffafki ayaklarınız çok bakımlı olmalı...



7 Nisan 2010 Çarşamba

Paskalya 2010

Pazar Paskalya olduğu için Pazartesi günü de hep tatildir. Üç gün evde olmak iyi geldi. Cumartesi ve Pazar durmaksızın yağmur yağdı. Tabii çocukların futbol veya havuz gibi aktiviteleri de dini bayram dolayısı ile olmadığı için evden burnumu çıkarmadım. Cumartesi akşamı balık yaptım fırında. Çocuklar her zamanki pesto soslu makarnalarını yediler bizde Pinot Grigio beyaz şarabımızla levrekleri götürdük. Hoş küçük kızım da yedi balık. O seviyor. Aynı gün başarısız tarçınlı kurabiyeler yaptım.Sanırım karbonat kullandım ondan acımsı oldular. Buraya yazmaya değmezdi.
Paskalya öğlen yemeğini her zaman olduğu gibi kayınvalidemde yedik.Ev yapımı lazanya ve fırında patates ve kızarmış enginar ile sülün . Çok başarılıydı. Önden zaten salam,prosciutto,rus salatası ve içi ton balığı ile doldurulmuş haşlanmış yumurtalarda geldi. Tatlı olarak meşhur paskalya keki yenmedi ama kuzu şeklinde milföy hamurundan yapılmış bir pasta yedik. Arası sırf krem şanti doluydu. Pastaneden özel alınmıştı ve çok tazeydi. Herkes ikişer parça aldı. Valla 5 büyük bitirdik koca pastayı. Ama siz olsanız dayabilir miydiniz?
Bu sefer görümcem çocuklara çikolatadan yumurta almamış, bize almış:) Hemde siyah acı çikolatadan...Birde onu yedik..Bütün eve kapalı kalırsan yağmur yüzünden mecbur bol bol atıştırıyorsun.
Pazartesi hava aniden düzeldi ve güneş çıktı.Sıcaklık güneşte 18 dereceyi buldu.Oğlum saat iki itibarı ile bisikletini alıp arazi oldu ve akşam yedibuçukta döndü.Tüm arkadaşları ya bizim köy ya da yan köyde oturuyorlar. Hepsi dışarıdalar.Okullarının yanındaki parkta voleybol,futbol oynuyor aralarında konuşuyorlar.Ben çocukluğumu sokaklarda geçirdim.O yüzden oğlumda böyle bahar ve yaz zamanı hep sokaklarda oynadığı için çok mutluyum. Belki daha önce yazdım şehir dışında tarlaların arasında yaşadığımız için sırf bu yüzden mutluyum. Tabii kızım küçük daha beş yaşında öyle arkadaşları ile yalnız filan çıkamaz. Onu mutlu etmek için bizde bisikletle çıktık.Zaten geçen sonbaharda öğrendi bisiklete binmeyi. Yaşadığım yerin arkası tarlalar ve doğa ile iç içe....Hemen evden çıkıp 2 dakika sonra kendini ağaçların,otların ve derenin dibinde buluyorsun.Demişimdir eski yazılarda; biz Milano banliyösünde yaşıyoruz ama burası Amerika gibi değil. Büyük çiftliklere yakın köyler var bunların hepsi çok eski. Zamanla bu köylerin bazıları yok olmuş,bazılarının eski kısmı kalmış ve etrafına yeni evler yapılmış.Şehir havasından kaçanlar buraya yerleşmiş.Bizim köyde öyle.Eski evlerde var yenileri de.Tabii bu köylerin aralarında tarlalar ve çiftlikler olduğu için hepsi taş yollar veya asfalt ama dar yollar ile birbirine bağlı. Biz her zaman yan köye gidiyoruz.Araba ile ana yoldan beş dakika sürer ama iç yollar ve tarlalar arasından yarım saat sürüyor. Orada barda bira içiyoruz veya dondurma yiyoruz sonra geri eve dönüyoruz. Bu bir saatlik bisiklet gezisi hava güzelse çok keyifli oluyor.Hem hava almış oluyoruz hem de hareket ediyoruz.
Cumartesi Pazar Milano'ya yağmur yağdı ama Alp dağlarına kar yağdı.Pazartesi hava açık olduğu ve Milano çevresi büyük bir ova olduğu için tüm Alp dağları zinciri her yerden görülüyordu.Nisan ayında bol karlı zirvelerle harika idi manzara. Bol bol çektim ama tabii gerçek hali gibi çıkmıyor hiçbir zaman. Ama büyütebilecek ayar verdim,büyütünce güzel, daha belli dağlardaki karlar.
Temiz hava,güneş ve bu görüntüler... İçim açıldı valla...




Yazının sonuna bu dağları gören kızımın son yaptığı resmi ekleyeyim bari dedim.




2 Nisan 2010 Cuma

Siyah Süt, Elif Şafak

İngilizce çalışıyorum diye ders kitabından başka kitap okumayı bırakmıştım. Ama ödevler bitti ve ders kitaplarının bir kısmı okundu. Beklemedeyim.Kurs olacak mı bu yaz onu bile bilmiyorum.Paskalya sonrası soracağım. Bu dönemde İngilizceme teşvik olsun diye yeniden Sex& The City dizisini birinci sezondan başlayıp seyrettim, hiç sıkılmadan!! Bir terapi valla. Kitap okumadan duramadığım için bu ders çalışma döneminde 1997 yılında Londra'dan aldığım Alice Harikalar Diyarı'nda kitabının orijinal baskısını okudum. Çocukken bu kitabı Türkçe okumuş ve açıkçası sıkılmıştım. Sonra lisede edebiyat dersinde bu eserin büyüklere de yönelik olduğunu okumuştum. O yüzden Londra'da eserin ilk cildi ve ikinci cildi Aynanın İçinden'i aldım. Valla ne yalan söyleyeyim kırk yaşında bile beni sarmadı,zor okudum.Dünyaca meşhur bu klasik eser beni etkilemiyor. Aynanın İçinde'yi daha okumadım.Komodin üstünde bekliyor.Bu arada kızım ben İstanbul'da iken halası ile Johnny Depp'in oynadığı yeni çıkan filmine gitmiş ve bayılmış.Bu filme bende bayılacağım eminim. Kitap tabii çok iyi bir eser ama farklı.
Neyse bu yaz Alaçatı'daki kitapçımdan bir sürü Elif Şafak almıştım. Birden elim Siyah Süt'e gitti. Başladım okumaya. Bu aralar çok yoğun ve uykusuz olmama ve okumaya az vakit ayırmama rağmen bir haftada bitiverdi. Elif Şafak öyle akıcı yazıyorki,kitaplarını elime alınca bırakamıyorum.
İki çocuk annesi olarak doğum sonrası bunalımını yaşamadım çok şükür. Ama çocuk sahibi olmayı hep istememe rağmen ikinci çocuğuma karar verirken bayağı zorlandım. Kitapta Elif Şafak beyninden geçen düşünceleri,değişik istekleri,çelişkileri ve duyguları içimdeki sesler diye tanımlamış ve hepsine birer isim vermiş. Anaç Sütlaç Hanım ya da Hıfzı Nefs Hanım gibi...Onlar ile konuşuyor ve tartışıyor. Elif Şafak'ın anne olmaya karar verirken yaşadığı çelişkileri ben ikinci çocuğa karar verirken yaşadım.Benimde içimde de binbir ses konuştu. O yüzden bu kitabı çok sevdim. Anne olma kararı verirken yaşanan çelişkiler ve doğum sonrası çoğu annenin başına gelen depresyon bu kadar tatlı ve değişik bir şekilde anlatılamaz. Bu kitabı sevmemin başka bir sebebi de aynı anda bir sürü kadın yazarın annelik üzerine yaşadıklarını ve hayatlarından bir bölümü anlatıyor. Anne olmuş veya olmamış meşhur kadın yazarların yaşadıkları olaylar ve baş ettikleri sorunlar hakkında bigi sahibi oldum. Zaten eser otobiyografik. Kendisinin anne olmaya doğru ilerlerken yaşadıklarını ve sonrasında başına gelenleri diğer kadın yazarlarında hayatlarından örnekler vererek yazmış ve tabii devamlı bir iç sesler ordusu konuşma ve çatışması var.. Okunası bir kitap. Anne olsanızda olmasanız da...